50 Yıl Sonra Çatalzeytin İzlenimleri – Nihat ARYOL

Çatalzeytin’in ilçe oluşunun ellinci yıl dönümü kutlama töreni için, ilçenin genç ve enerjik Kaymakamı Salih Gelgeç, Belediye Başkanı M.İhsan Uğuz ve Av. İsmet Yeni’nin, nazik davetlerini kıramazdım. Adliyeyi kuran hâkimlerini hatırlamaları büyük incelikti.

İsmail Çınar’ın,o zaman ortaokul öğrencisi ve sonra başarılı bir avukat olan kızı Kadriye İşıldakla Burhaniye’de yazlıkta komşu olmuşuz. O beni tanıdı. Çatalzeytin hakkında ondan bilgi alıyordum. Eşi, Çatalzeytin’in sevilen eniştesi Av. Ali Rıza Işıldak, beni arabasına aldı ve yola koyulduk.

Yol boyunca düşünüyordum, 1962 yılında Kastamonu Adalet Dairelerini teftiş ettiğimiz sırada cezaevinde çıkan isyan, tarihi vilayet konağı ve evleri Devrekani’den sonra güzergâhtaki sarı çam ormanları, Çatalzeytin’e yaklaşırken eşsiz kayın ormanları, gözümün önünden geçiyordu. Acaba Çatalzeytin’in tabii güzelliği duruyor mu? Çarşıdaki çeşmeden, ormandan gelen bardağı buğulandıran, buz gibi suyu akıyor mu? Ya Ginolu’da denize açılan mağarada yaşayan fok balıkları ?

Bu düşünceler arasında Kastamonu’ya ulaştık. İl merkezi daha güzelleşmiş, vilâyet konağı, eski binalar ve genel olarak şehir bakımlı ve güzeldi. Devrekâni’yi geçtikten sonra kalem gibi gökyüzüne uzayan sarı çam ormanları arasında geçtik. Uzaktan Yaralıgöz Dağı ve tepedeki heybetli kayası göründü, yakınında mola verdik Temmuzun son haftasında olmamamıza rağmen, her yerden zengin bir bitki florası fışkırıyor, hala kır çiçekleri açıyordu.

Abana yol ayrımından sonra devam eden kayın ormanları eskiden daha görkemli ve büyük gibi geldi bana…

Çatalzeytin’e inişte bir hayırseverin yaptırdığı, nedense suyu akmayan seramik kaplı çeşme başında durup, yukardan Çatalzeytin’i seyrettik. İlçedeki beton binaların çoğaldığı uzaktan görülebiliyordu. Turkuaz, lacivert renkli denizi, eskisi gibi ufuk çizgisine kadar devam ediyordu.

Çatalzeytin’de büyük değişiklik olmuş, sahilden geçirilen çift yol, şehrin denizle bağlantısını kesmiş, 4-5 katlı beton binalar yamaçları doldurmuştu. Bir kaçı ayrık tutulursa, o eski büyük ahşap konaklardan eser kalmamıştı. Çekek yeri ve eskiden beri ulaşımı sağlayan deniz motorları ortadan kalkmıştı. Doğrusu eski Çatalzeytin’i gözlerim aradı. Doğu Karadeniz’de tenkit edilen ve karşı çıkılan çift yol, burada da kıyıyı bozmuştu.

Çarşının denize bakan ufkunun büyük bir mermer pano ile kapatılıp üzerine Yüce Atatürk’ün, Kocate pe’deki düşünceli, heyecanlı ruh halini yansıtan siluetinin konulması, doğrusu hiç yakışmamış. Oysa o günler çok geride kaldı, hükümet binasının önündeki alana, bahçesini sınırlandıran duvar kaldırılıp, Atatürk’ün Türk aydınlanma devrimini yansıtan, ileri ufukları işaret eden sanat eseri bir heykelinin konulması, şehre ayrı bir zenginlik kazandıracaktı.

İlçe merkezinde, coğrafi ve fiziki durumu itibariyle arsa üretmenin oldukça zor olduğunu biliyorum. Başlangıçta bir şehircilik uzmanı elinden çıkmış plana göre düzenleme yapılması,. Hiç değilse şehrin çarşının eski dokusu ve eski ahşap konutların bir kısmı restore edilerek korunmalıydı. Yolun ilçenin arkasından geçirilmesi olanakları gözardı edilmemeliydi. Sanki Çatalzeytin denize küsmüştü. Eskisi gibi çayını, içkisini alarak, deniz kıyısında ailesi ile oturup, yemek yiyen ve günün yorgunluğunu çıkaran kimse olmadığını gözlemledim. O zaman bunu ben toplumun bir medenilik ölçüsü olarak algılıyordum. Çayağzı’ndaki düzlük spor tesisleri ile doldurulmuş, deniz kıyısında gazino ve bir lokanta bile yoktu.

Tipik bir Çatalzeytin evi etnoğrafik müze haline getirilmeli veya yeniden eski evlerden bir benzeri inşa edilerek, başta, senelerce şehri her türlü gereksinimi karşılayan ve ürünlerini vapura taşıyan, halen tamamen ortadan kalkmış olan hatırlayabildiğim kadar “Kırlangıç, Sarıçiçek, Sür’at Postası isimli ( kaptan Piti’nin ve diğerlerinin ) motorlarından birisi, ayrıca unutulmaya yüz tutan ırgat, felek gibi (çekek yerinin teferruatı) eşya müzeye kazandırılmalı, Kazım Karahan’ın torununa sordum, çekek yeri, ırgat ve felek gibi terimlerin ne olduğunu bilmiyordu.

Bizim zamanımızda, Rusya’ya sefer yapan, belki de milli mücadelede İnebolu’da ordunun gereksinimini limana taşıyan büyük kayıklar kıyılarda çürümeye terk edilmişti. Sandıklarda saklanan eski yerel giysiler bulunmalı ve müzeye kazandırılmalı. (Ben köylü kadınların kendi dokudukları keten giysilerin yaka ve önlerinde işledikleri desenlerden oluşan bir sergi açmıştım.) Kanada’da o görkemli müze binasında çamaşır makinesinin nasıl geliştiği, Norveç’te ataları Viking’lerin, ilk defa Amerika kıyılarına gittikleri gemi örneği sergileniyordu.

Ginolu’ya yapılan balıkçı barınağı, gelecekte, orman turizmi ile bağlantılı olarak yat limanı olarak düzenlenmesi halinde faydalı olabileceğini düşündüm. Çünkü eski balıkçı İsmail Bulut’un oğlu Raif Bulut, Ginolu’da balıkçılıkta bir ilerleme olmadığını anlattı. Ginolu koyunu geçince denize açılan kayalık büyük bir mağarada, fok ailesi yaşıyordu. Abana’ya gidiş istikametinde bulunan mağaranın önünden geçerken kayalıklar üzerinde güneşleyen fokları görüyordum. Sordum, burasının terk ettiklerini söylediler. Çatalzeytin’in genç Hâkimleri Ali Yıldırım ve Metin Ulusal ile C.Svcısı Ekrem Beyaztaş, beni bir motorla Ginolu barınağının yakınındaki denize açılan mağaraya götürdüler. Foklar, mağaradan ayrılıp gitmişlerdi. Kayalığın uzantısından başlayarak deniz doldurulmuş dalgakıran yapılmıştı. Balıkçı Raif Bulut’a:

“Atılan ağlardaki balıkları yiyor diye siz mi yerlerinden kovdunuz? ” diye sordum.

” Babamızdan nasihat var, onlara dokunmayız, uğursuzluk getirir ” dedi.

Belki de liman yapılırken gürültüden veya beslenmede zorluk çektikleri için mağarayı terk etmişlerdi. Turizm bakımından büyük bir fırsat kaçırılmıştı. Foça’daki Akdeniz Foklarını yaşatmak için bir dernek çalışmalarını sürdürüyor.

Görev yaptığım ilçelerde, o yer hakkındaki imgelerimi, izlenimlerimi yaptığım bir resimle canlandırıyordum. 1958 yılında bir tahta tabak üzerine yaptığım grafik ağırlıklı resimde, Çatalzeytin’i, sağda bir zeytin ağacı ön planda çekek yerinde, bir ırgatla, felekler üzerinde kumsala çekilmiş motorun yer aldığı kıyıdan; ufukta gök çizgisi ile birleşen denize bakan mahalli kıyafetli (turuncu-lacivert peştamallı) Çatalzeytin’li bir genç kızı gösteren bu kompozisyonun (gönderdiğim resmin) önemli bir kısmı artık yok.

İkinci görev yerim Çan’la ilgili imgelerimi yansıtan, su kuyusu ve su taşıyan köylü bir genç kız kompozisyonu seramikten mozaik usulü yapılmış pano kulübün bir duvarını süslüyordu.

Çatalzeytin’den izinli ayrıldığımda, akraba ve dostlarıma, Hacı Bekir’in imalathanesinde yetişmiş, iyi, saygılı bir insan şekerci İbrahim İnce’in yaptığı, yöreye özgü, sevilen fındık şekeri götürüyordum. Badem yerine, üzeri parlak, beyaz ve ince şeker tabakası ile kaplanmış fındık şekeri, coğrafi yerle isim yapmış, sevilen hediyeler arasında idi. Bu defa aldığım fındık şekerleri daha büyük kirli beyaz görünüyordu. Dönünce yiyemedim, sıcak suya koydum, bardağın tabanında hamur tabakası toplandı. Yasa ve tüzüklere aykırı olarak fındıkların üzeri şeker yanında unla kaplamıştı, kutuda ürünün içerdiği maddeleri de yazılmamıştı.

Önce şehrin dokusu, sonra Çatazeytin’in meşhur fındıklı sekeri bozulmuştu.

Nihat ARYOL

İlginizi Çekebilir.

Yazarın Diğer Yazıları Editör