Siz hiçbiriniz bilmezsiniz!
“Zakro” derlerdi çok eskiden bana!
Bu “Ak”çay yeni çağın modasıdır!
14 su değirmeni, bir su hisarı, bir beziryağı üretim tesisine ev sahipliği yaptım, çağlar boyu! İki de demirci vardı yanımda yöremde!
Bilir misiniz, Kastamonu Osmanlı olmadan önce bile insanlar ta Mısır’a kereste gönderirlerdi. Benim suyumu, benim gücümü kullanarak… Boyumca “salcılık” yapılırdı. Üzerimde biriktirilen ağaçlar “Yenicuma”daki su hisarında işlenir, Ginolu ve Güllüsu limanlarından çeşitli ülkelere kereste sevkiyatı yapılırdı.
Zamanla kıymetim mi azaldı, yoksa Çatalzeytin’de kıymet bilenler mi azaldı, bilmem!.. Son görevim, neredeyse bir yüzyıl önce Rumlar’dan kalma su değirmeninin çarklarını döndürmek ve Karadeniz ile öpüşmekti.
1937 yılından sonra Amerikan yapısı Ford kamyonlar orman içlerindeki depolarla kereste fabrikası arasında nakil işine başlayınca “salcılık” sona erdi, Çatalzeytin beni unuttu.
Ama ben Çatalzeytin demektim.
Çatalzeytin’in havası, suyu, börtü böceğiydim ben. Ben unutmadım Çatalzeytin’i. Kah çağıl çağıl aktım, kah küstüm; nazlı nazlı süzüldüm Karadeniz’e…
Şimdi gerçekten tarife sözcük bulamıyorum…
Asırlar… desem, doğa anaya haksızlık… Dünya varoldu varolalı öpüştüğüm biricik yarim Karadeniz’le buluşmama engel olmaya çalışıyorlar.
Yine de mutluyum şimdilik, umutluyum.
Çatalzeytin aşıkları, beni sevenler, zeytin ağacının dibinde duranlar…
Allah’tan onlar iktidar sahiplerinin istediği bir takım “çevreci tip”lerden değil, onlar gerçekten sözde değil, özde çevreci…
İstemedikleri halde mahkeme kapılarına gittiler. Dediler ki Akçay ile Karadeniz’in aşkına şahidiz… Ayırmayın! Dahası, dediler ki muhtacız bu aşka… Bu aşk, bir iktidarın kısır fikir dağarcığından çok daha büyüktür… Sahip çıkın bu aşka…
İlk “doğru” sözü söyledi yargı. Ancak başka sözler de gerekecek… Biliyorum ki yolum uzun, mücadele koşulları çetin…
Benim sözüm son söz sahiplerine…
Sahip çıkın aşkıma, bırakın öpüşelim Karadeniz’le…