Çevre hakkı, salt “insanın sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı” olarak mı görülmeli?
Kavramsal tartışmalara bakacak olursak öyle!
Çevrebilim de çevre hukuku da çevre hakkını insan hakları bağlamında tanımlamaya çalışır. İnsan haklarının 200 yıllık geçmişine bakar ve son aşamada çevre hakkının sadece bugünü değil, gelecek kuşakları da içine alan “dayanışmacı” bir hak olduğunu söyler. “Çevre hakkı herkesin hakkı, anayasaya göre devlet de bireyler de çevre hakkının yükümlüsü” diye kestirme bir sonuca varır.
Peki, Küre Dağları’nın hakkı ne olacak?
Asırlık çınarların, çamların, gürgenlerin, kayınların, iğde ağacının, zeytin ağacının…
Yaralıgöz’deki sapsarı yayla güllerinin, çiğdemlerin, gökşenlerin…
Değişen iklime kanıp sonbaharda açan papatyanın, badem çiçeğinin, ne konuştuğumuz ne su verdiğimiz pencere kenarındaki menekşenin; doğadaki nice börtü böceğin…
Yaşam alanlarını giderek daralttığımız kedilerin, köpeklerin, balıkların, martıların…
Masmavi denizlerin ve de akarsuların…
Siyasal iktidarın, “Türk bakmayacak, su akmayacak” dercesine esir almaya çalıştığı akarsuların hakkı ne olacak?
Kaderine terk edilemeyecek vatan toprağının hakkı ne olacak?
Çevre hakkı insanın da “çevrenin hakkı” ne olacak?
Türkiye küreselleşme sürecinin ağırlığını hissetmeye başladığından beri yeni bir sorunla tanıştı: Güven sorunu…
Son yıllarda yaşamın her alanında karşımıza çıkan güven sorunu, Çatalzeytin’i şimdilerde bir kez daha karıştırıyor.
“Gıdıklaya gıdıklaya hamamı tarihi eser yaptılar” diyenlere güvenmedik!
“Yüzyıllardır devlete hep verdik, şimdi alma sırası bizde. Ginolu’ya bu yüzden liman yapıyoruz” diyenlere güvenmedik!
Çatalzeytin’i yıllar boyu susuz bırakanlara, güvenmedik!
Çatalzeytin’e çift şerit sahil yolu yapıyoruz diye denizi küstürenlere, güvenmedik!
Karadeniz Otoyolu’nu Çatalzeytin’den geçireceklere de güvenmiyoruz. Biz denizi, deniz bizi unutacak, aramıza keskin duvarlar örülecek!
Çatalzeytin’in akarsularına bir değil, iki değil, üç hidroelektrik santrali (HES) birden yapmaya kalkışanlara da güvenmiyoruz!
Doğanın yüreğine hançer vurulmasını yüreğimiz kaldıramadığı için…
Neden güven duyalım ki!
HES projelerini gündeme getirenler, o projeleri hazırlayanlar, yürütecek olanlar; doğanın sayesinde köşe dönmeyi düşleyenler; HES’leri savunanlar ve hatta ikircikli durumda kalanlar…
HES projelerine güven duymamızı sağlayabilecek ne söyleyebiliyorlar?
Siyasal iktidar bir karar almış: “Bu ülkenin dereleri özgür akmayacak!”
Neden, üç kuruşluk elektrik için mi?
Hayır, satacak savacak başka bir şey kalmadığı için!..
Bakmayın siz, “Satmıyoruz, kullanım hakkını devrediyoruz” diyenlere…
Kimin hakkını kimden alıyor, kime veriyorsunuz?
HES projelerini yürütecek olanların gözü dönmüş. Çünkü son 10 yılı kapsayan büyük paylaşımda onlara kala kala, nazlı nazlı akan Akçay kalmış, Karaçay kalmış, Şeyhşaban Çayı kalmış, Sarıerik Deresi kalmış…
Hadi onları anlayalım. Üretecekleri enerjinin değil, sahip olacakları suyun hesabını yapıyorlar!
Peki, körü körüne HES’leri savunanlara ne diyelim?
Elektriksiz geçen günleri unutmayalım diyen mi istersiniz, istihdam yaratılacak diyen mi?
Bakalım nasıl bir potansiyele sahip Suçatı’ya kurulacak HES, ne kadar elektrik üretecek, kaç kişiye iş sağlayacak?
Kurulu gücü 1,04 MW olan Kuzköy Regülatör (Reg) ve HES, bir yılda ancak TOFAŞ Otomobil Fabrikası’nın sadece bir haftalık enerji gereksinimini karşılayabilecek kadar elektrik üretebilecek. Tabii her şey yolunda gider, Akçay çağıl çağıl akar, yağmur ve kar yeraltı sularını çoğaltır, santral tam kapasite ile çalışırsa…
İşin üretim yanı böyle…
Peki, istihdam cephesinde ne olacak?
İnşaatında çalışacak 50-60 kişiyi saymazsanız, HES üretime başladığında sadece 5-6 “vasıflı” işsiz iş sahibi olacak, ama 7 değil!
Çatalzeytin’de mi o “vasıflı” işsizler?
Bir de taş ocağı kurmuşlar… O da en az yapacakları HES kadar zarar veriyor, verecek!..