Cennet ilçemizin elde kalan yöresel evleri için ‘korumaya gerek yok’ kararı alındı!
“Çatalzeytin âşıkları” bugünlerde hem sevinçli hem de hüzünlüler. Sevinçliler; çünkü Kastamonu’nun bu doğa cenneti kıyı ilçesine de göz koyan HES projesine ÇED raporu düzenlenmeden verilen “valilik izni”ni yargı durdurdu… hüzünlüler; çünkü ilçede elde kalabilen son eski evler için “korunmalarına gerek yoktur!” kararı alındı.
Oysa doğal zenginliklerle yöresel sivil mimari geleneğin ürünü eski evler, yerel kimliği birlikte oluşturan “çevre ve kültür” değerleridir. Devletin mahkemeleri çevreyi gözetirken devletin bir başka kurumunun aynı çevreyle “uyumlu yaşama”yı simgeleyen geleneksel mimari örnekleri yok olmaya terk etmesi, ülkemizde yılların özverili mücadelesiyle ulaşılan koruma bilinci ve birikimlerine yakışmıyor.
Karadeniz güzeli
Batı Karadeniz’deki kıyı kasabalarımızdan olan Çatalzeytin, Sinop ile Kastamonu il sınırını da belirleyen Akçay Deresi’nin Karadeniz’le buluştuğu yerde.. Batısında Sinop’a bağlı Türkeli, doğusunda yine Kastamonu’ya bağlı Abana ve Bozkurt ilçeleri var.
Mahkemece durdurulan HES’in kurulmak istendiği Akçay, yörenin yaşam ve bereket kaynağı. İlçe sevimli adını ise vaktiyle balıkçı kayıklarının bağlandığı sahildeki “çatal zeytin ağacı”ndan almış.
Çatalzeytinlilerin Akçay’ı HES tehdidinden kurtarmak için açtıkları dava 17 ayda sonuçlanabildi. “Davacı” Çatalzeytin Âşıkları Platformu üyeleriyle birlikte Erçeller ve Piri köyü muhtarlarının da imzası olan dava dilekçesinde, ÇED raporunu “gereksiz” bulan valiliğin doğaya etkisi irdelenmeden HES’e izin vermesinin yasalara aykırı olduğu belirtildi.
Çevrecilerin yılmaz savunmanı Av. Yakup Okumuşoğlu’nun Akçay’a HES kurulması halinde yöredeki yaban hayatın da yaşam suyu bulamayacağını vurguladığı dava sonucunda Kastamonu İdare Mahkemesi, 13 Aralık 2011’de valilik izninin hukuka aykırı olduğuna karar verdi.
Mahkemenin bilirkişi raporuna dayalı gerekçesinde deniyor ki: “Projeden etkilenecek canlılar var; dere yatağına zarar verilece, su kalitesi bozulacak, havza planlaması yapılmamış, doğal dengenin korunması dikkate alınmamış.”
Yargı kararı ilçede sevinçle karşılanırken Çatalzeytin Âşıkları Çevre Platformu Başkanı ve Çatalzeytin Mektubu Gazetesi’nin yayımcısı Emin Türkay Öztürk şunları söylüyordu: “Akçay Deresi her şeyimiz, olmazsa olmazımız. HES mücadelemiz sonuna kadar sürecek.”
Geçmişe darbe
İşte böylesine coşkulu günlerde bir başka mutluluk da geleneksel ahşap evlerinin korunması çalışmalarının başlamış olmasıydı… Umut verici ilk haber yerel basında “Çatalzeytin’de Ahşap Evler Tescil Ediliyor” başlığıyla özetle şöyle yer almıştı:
“Çatalzeytin’de ahşap evleri tescil etmek amacıyla Ankara Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 3 günlük çalışma yaptı. Belediye başkanlığının talebiyle İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce daha önce bir ön çalışma yapılmış, 14 ahşap evin tescili Koruma Kurulu’na önerilmişti.”
Ne var ki Çatalzeytinlilerin, deyim yerindeyse heveslerini kursaklarında bırakan 7 Mart tarihli Kurul kararında ise bakın neler söyleniyor: “Kastamonu Müze Müdürlüğü’nce tespit edilen 14 taşınmazın özgün niteliklerini kaybettikleri, bir doku oluşturmadıkları, iç planlarında bozulmalar ve dış cephe formlarında değişiklikler ve malzeme farklılıkları olduğu; yapıların büyük bir bölümünün yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduklarından tescillerine gerek olmadığına…”
Böylece çocuklarımız ve onların torunları, dedelerinin ve ninelerinin Çatalzeytin’de nasıl evlerde yaşadıklarını bilemeyecekler. Tek bir örnek bile korunmadığına göre, -eğer saklamışlarsa- yine dedelerinin bugünlerde yaptıkları “maket”lerle yetinecekler!
Oysa koruma kuramı ve uygulamalarında, bu gibi yapıların “sivil mimarlık örneği” olarak tescilleri için “doku oluşturma” zorunluluğu yoktur! Zamanla bozulmuş olsalar bile “restitüsyon” denilen yeniden özgün hallerine kavuşturma projeleri ile yaşatılmaları mümkündür.
Benzer şekilde malzemesinde değişiklik yapılmış olsa bile aynı yeniden tasarımların (restitüsyon) özgün malzemeyle yapılması, koruma ilkelerinin başında gelir. Hele “yıkılma tehlikesi”nin, kültür varlığı niteliğindeki bir yapının korunması gerektiğini ortadan kaldıran değil, tam tersine zorunlu kılan bir durum olduğu nasıl bilinmez?
Kaldı ki yine mimari koruma yöntemleri arasında “yeniden yapım” da (rekonstrüksiyon) vardır ki birçok “yıkılma tehlikesi” olan eski yapı bu uygulamalarla rölevesi alınarak yıkılıp aynı mimari ve malzemeyle yenilenmiştir.
Şimdi Çatalzeytinliler bu kez de Koruma Kurulu’na dava açmak üzereler; ancak, zaten imar rantçılarınca sürekli yıpratılmak istenen bu saygın kurumlarımızla mahkemelik olmadan önce, kararlarının gözden geçirilmesini istemek daha doğru değil mi? Koruma Kurulu’nun ise “korunmasın” dediği yöresel evlere, bilimsel koruma kuralları ve temel ilke kararları ışığında yeniden bakacağını umuyorum.
Çatalzeytin’de geçmişin “bitirilmesi”ne hangi vicdan razı olabilir ki?
Kaynak : Oktay Ekinci
Cumhuriyet Gazetesi