Çatalzeytin’de Geçen Günlerim – M. Nihat ARYOL

1954 yılında, İlçe merkezinin nüfusu bin kişiyi geçmiyordu. Çelebiler Mahallesinin katılmasıyla ilçe nüfusuna ulaşmıştı. Bayram namazlarında camiden çıktıktan sonra herkes yan yana sıraya girerek bayramlaşıyor ve bu sıra denize kadar bile uzanıyordu. Güzel bir gelenek, kısa zamanda ilçe halkını tanıdım.

Bir süre sonra yanlış hatırlamıyorsan, batıda Fahri İnce’in evine taşındım. Yanındaki Orman Bölge Şefliği binasından sonra kasaba evleri son buluyordu. Denize çok yakın bahçe içindeki evin cephesi, insana huzur veren, enginde ufuk çizgisiyle birleşen sonsuz bir denize bakıyordu. Ancak kıyıda patlayan dalgalar ve suların sürüklediği çakıl taşlarının sesine alışmam uzun süre aldı

Yaz günleri her sabah denize girip, kahvaltımı deniz kıyısında yaptıktan sonra, giyinip adliyeye gidiyordum. Yaşamımın hiçbir döneminde bu olanağı başka bir yerde bulamadım. İlçenin Kastamonu ile bugün karadan ulaşımını sağlayan yol yapılmamıştı. Bir seferinde, Abana’dan Çatalzeytin’i görmeye gelen gazeteci Esin Talû ve arkadaşları denizin patlaması sonucu Abana’ya dönemediler. Evlerden gelen yemekler ve değerli Kaymakamımız Mustafa Cılız’ın yaptığı nefis revani tatlısı ile ağırladık, ertesi günü deniz sakinleşince Abana’ya döndüler.

Ormandan odun taşıyan bir kamyonet ilçenin tek taşıtı. Ancak haftada iki gün vapur uğruyordu. İlçede elektrik yoktu, pille çalışan radyoma batarya bulmak için zorluk çekiyordum. Posta İnebolu’dan insan sırtında taşındığından günlük gazeteyi takip etmek olanaksızdı. Abone olduğum hocam Vedat Günyol’un çıkardığı “Yeni Ufuklar ” dergisi postadan geliyor, günün olaylarını haftalık Akis Dergisi’nden izliyordum. Abdülkadir Koksal veya Rasim Koksal aksatmadan İnebolu’dan alıp getiriyorlardı. Ancak, Akis yıpranmış bazen ıslanmış olarak elime geçiyordu, motorda okuyorlardı. Bir müddet sonra ilçede Akis okuyanların çoğaldığını gözlemledim. O sıralarda DP iktidarı ile Akis sert bir mücadeleye girmişti. Haziran 1955’te Akis Dergisi Yazı İşleri Müdürü Cüneyt Arcayürek 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ekim 1955’te Dergi sahibi İnönü’nün damadı Metin Toker Devlet Bakanı Mükerrem Sarol’un açtığı tazminat davasından aklandı. Ağustos 1956’da toplatılan Akis Dergisi’nin sorumlu müdürü ( zannederim Kurtul Al-tuğ ) 8 ay hapis cezası aldı ve arkasından Kasım 1956’da Dergi sahibi Metin Toker 7 ay hapse mahkum edilmişti. Akis’te haftanın siyasi olayları, dergiye özgü akıcı bir üslupla anlatılıyordu. Ama kimse hâkimin, iktidarla mücadele eden Akis Dergisi’ni okuduğunu söylemiyordu. Bu o zaman için iyi bir şikâyet konusu olabilirdi.

Hâkimlerin ve idarecilerin görevleri dışında, toplumda işlevi olduğu görüşünde idim. Mahkemede verdiğim karar veya bazı konulardaki düşüncelerim etkisinin gösteriyordu. Çocuklarını okula göndermemek, frengi hastalığı kontrolüne gelmemek gibi suçlarda titizlik gösteriyordum. Sanki Ölçüler Kanunu çıkmamış gibi köylüden okka hesabı kestane almaya devam eden bazı tacirlerin uygulaması değişti. Bir ramazan günü, kuyruğuna konserve kutusu bağlayarak kıyıda çakıl taşlarına çarpan sesten ürken bir köpeğin sağa sola kaçmasını gülerek seyreden ve eğlenen gurubun davranışını, hayvanlara kötü muamelenin suç olduğunu söyleyerek kınadım. Bir daha böyle bir olay görülmedi. Bir keşif dönüşü Harda deresinden ilçeye yaklaşırken at üstünde giden lacivert elbiseli fötr şapkalı bir kişinin arkasından, 13-14 yaşlarında, sırtında taşıyabileceği ağırlıkta bir mısır çuvalı ile takip ettiğini görünce durdum, yükün altında yüzü kızarmış terlemiş kızı ata bindirip çuvalı dizlerine koydum, kendisinin arkadan yaya takip etmesini söyledim, hiç itiraz etmeden yola devam ettiler. ” Hâkim Bey sen ne karışıyorsun ” diye kimse de karşı çıkmıyordu. Köylere girerken duyulan tuvalet kokusunu önlemek için, Bölge Şefi Sezai Aksöz’le; ormandaki devrik ağaçları biçtirerek, her eve, 4 tahta vermek suretiyle, tuvaletleri toprak altına indirme projemizde başarılı olamadık.

Bir gece penceremin önündeki bahçede yapılan düğünü seyrederken, filmlerdeki gibi birisi ağaca asılı lüks lambasını kırdı ve arkasından kavga başladı. Ertesi günü (zannederim Neş’e hanımın) düğünün neşesini bozanlar ( Vahit Tekinel, Kenan Acar, Bayıldım (Sadık Pehlivan) ve diğerleri mevcutlu olarak mahkemeye çıkarıldılar. İki tarafı da tutukladım. Cezaevinde sohbet bol, çalışma yok, tutuklama kararına itiraz eden olmadı. Zavallı hanımları sanıklara yemek yetiştirmek için çalışıyorlar, durmadan yemek; baklava ve börek tepsilerinin ceza evine taşındığını görüyordum. Sonra cezaevinde barışmışlar, şikayetlerinden vazgeçtiler.

Adam öldürme, hırsızlık, genel ahlak ve adaba aykırı suçlar işlenmiyordu. Hırsızlığın bir istisnası, bölgede bu suçları işleyen. Tavukçu Ahmet olmasa hırsızlık suçunun adı bile geçmeyecekti. Abana Hakimi Selahattin Özsancak’m evinden elbisesini ve güneş gözlüğünü çalıp, giydiği bu elbise ve taktığı gözlükle gezerken yakalanan Tavukçu Ahmet’in, anlatılan hikayelerinden birisi.. Türkeli’nden 11 köy Çatalzeytin’e bağlanınca suçların nev’inde ve sayısında artma olmuştu.

Başlangıçta en büyük sıkıntımız, lokanta sorunu idi. hükümet binasının altındaki ekmek fırınında, bekar memurlar, her gün İbrahim ustanın hazırladığı ” patatesli et yemeği ” ile yetinmek zorunda idiler. Bu yemek listesi hiç değişmezdi. Daha sonra İstanbul’da türlü işlere girip çıkmış. Antalya’da iyi lokantalarda çalışmış, maceraperest İnanya’lı ( köyünün adı ile anılıyordu) ilçeye gelip lokanta açtı. Hakikaten bu işi biliyor ve güzel yemekler yapıyordu. Biz özel muamele görüyorduk, salatamız bile süslü gelirdi. Tekel’e az miktarda gelen bira kısa zamanda bitiyordu. Depoda yığınla malt hülasası bulunduğunu keşfeden İnanya’lı bunlara su ilave ederek bira ihtiyacımızı uzun süre karşılamıştı.

İlkbahar ve yazlarında bir iki hafta duruşma koymayarak, biriken keşifleri bitirmeye çalışıyordum. Bölge şefi arkadaşımız, orman bakım memurlarına, merkezi yerlere çadır kurduruyor, radyomuz, yatak takımlarınız önceden gönderiliyordu. İnanyalı’ya keşfe gidiyoruz deyince lokantayı kapatıp geliyordu, adam alabalık hastası. Orman içindeki göletlerde bulunan nefis alabalıkları, kendi yöntemince yakalıyor, tereyağında kızartıyordu ya da ormandan topladığı mantarlardan yemek hazırlıyordu. Bir seferinde, orman içinde derin bir vadiye indik. İnanyalı bizden evvel gitmişti. Bir ağaca tırmanmış, sarmaşığı alttan kesmiş, dereyi kat ederek, Tarzan filmlerinde gördüğü gibi sallanıyordu. O gün, mönüde alabalık, yumurtalı mantar ve kadayıf vardı. Vadi tabanında, 30 metreden fazla uzunlukta kayın ağaçları gökyüzüne doğru yükseliyordu… Kimse kesememişti, çünkü kayın tomruğunu bu dere vadisinden çıkarmak imkansızdı. Yorulmuştuk, gece bastırmak üzere idi. Dereden çıkıp, çadırlara gitmemiz oldukça zor ve zaman alacaktı. Geceyi ormanda geçirmeye karar verdik. Etrafımız devrik tomruk ve ağaçlarla dolu idi, derenin açıklık düz bir yerine taşınan tomruklardan ateş yakıldı. Bir köylü yabani çilek, diğeri mısır getirmişti. Herkes sopanın ucuna taktığı mısırın kendisi pişiriyordu. Kokulu yabani çilek ormanda bol miktarda bulunuyordu, orman gülünün işgalinden kurtulmuş yamaçları, ilkbaharda bu çilekler kaplardı. Toplanan eğrelti otlarının üstüne atın halı heybesi serildi, yatağım hazırdı, ayaklarımı ateşe verip, açık havada güzel bir uyku çektim.

Çatalzeytin’de, kışın da her türlü etkinlik olanağı vardı. Zaman zaman devamlı yağan yağmurdan sıkılsak da, bu yağmurlar ilçenin yaslandığı dağın arkasında kar şeklinde devam ediyordu. Yollar, çitler ve duvarlar karlarla kapanıyor, köylüler ayaklarına taktıkları ” gigile ” denilen tenis raketi gibi araçla kara batmadan yürüyorlardı.

Okulda kayak yapmayı öğrenen Orman Bölge Şefi Sezai Aksöz’le kayak kaymaya gidiyorduk. Güneşli havada, karlı ormanı ve ağaçların güzelliğini seyretmek doyulmaz bir şeydi. Köy yakınlarında uygun alanlarda Sezai Aksöz bana kayak öğretiyordu, bu arada epeyce düşüp kalkıyordum, seyre gelen köylüler, ” Hakim düştü ” deyip, basıyorlardı kahkahayı… Köylülerin ” Şef kayağı ” adını taktıkları, kayaklarının birkaç benzerini bakım memuru İsmail Tokmak yaptırmıştı. Kıvrık uçlarına açılan delikten geçirilen urganla sopasız kayabiliyorduk. Çatal zeytin yakınlarına kadar kayarak geldiğimiz oluyordu.

Çoğu Kastamonu köy enstitüsünden mezun olmuş, mesleğini seven idealist öğretmenler-anımsadığım kadar- Mustafa Yanıkkaya, Esat Açıkgöz, Mustafa Öztürk,Yusuf – Suzan – Elmas İnce ile tanıştım ve aynı dönemde çalıştık Mustafa Yanıkkaya Yargıtay’da ziyaretime gelmişti.

İlçenin etnik yapısını incelemeye fırsatım olmadığı, aile büyüklerinin Kafkaslardan, Karadeniz’den (Azak’tan Azaklıoğlu) geldikleri söyleniyordu. Hamidiye, temiz bir Gürcü köyü. İnce, Karahan soyadları fazla duyulanlardan. Çatalzeytin eşrafından Uzun boylu, kumral, açık renk gözlü yakışıklı bir insan olan Kâzım Karahan, o zaman il genel meclisi üyesi idi.

Bizden yaşça büyük olmasına rağmen saygılı davranır, yardımcı olmaya çalışırdı. Diğer kardeşleri Seyfettin ve Fikri Karahan da sessiz ve sakin insanlardı. Sahilde büyük bir ahşap konağı bulunan Abdülkadir Köksal’da sakin, her işimizde yardımcı olan iyi bir insandı. Bunların görevimizle ilgili herhangi bir istekleri olmadı. Meşe Kaptan Piti’nin kahvesinde briç oynanırdı. Zindan ve Çangal ormanlarını işleten Polonyalı’lardan veya Ruslardan öğrendiklerini tahmin ettiğim briçin yaygın bir şekilde kahvelerde oynanması, o zaman dikkatimi çekmişti. Şimdi hatırlayamadığım, gösterişsiz, ama kişilik sahibi tanıdığın pek çok insan vardı. Bu aradan hanımlardan açık sözlü Makbule Hanımı (Açıkgöz ) da saymalıyım.

M.Nihat ARYOL

 


 

MEHMET NİHAT ARYOL
1928’de Beypazarı’nda doğmuş, 1950 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. 1954’de Çatalzeytin Hâkim Yardımcısı olarak mesleğe başlayan Aryol, bu görevini sırasıyla Çan Hâkim Yardımcılığı ve Sorgu Hâkimliği, Kelkit Gezici Arazi  adastro Hâkimliği, Adalet Müfettişliği, Yüksek Hâkimler Kurulu Müfettiş Hâkimliği ve Müfettiş Hâkimler Kurulu Başkanlığı yaparak sürdürmüştür. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı olarak görev yaptığı bir sırada, 21.9.1982 günü Yargıtay Üyeliğine seçilmiştir.
Yargıtay Onursal üyesi olan Aryol, 2 Mart 2018’de İstanbulda vefat etmiştir.

İlginizi Çekebilir.

Yazarın Diğer Yazıları Editör