Yaşamaktan heyecan ve zevk aldığımız çevremiz, bize doğanın bir armağanıdır. Çatalzeytin’de bu doğa içinde yer alan, çevresinin korunduğunda bir değer olarak gördüğümüz ortak yaşam alanımızdır. Bizleri cezbeden, yabancıların yaşamak istedikleri Çatalzeytin’nin çevresinde son yıllarda büyük değişikliklerin olduğunu hem gözlüyoruz, hem de dostlarımızın uyarılarından anlıyoruz. “Deniz havasıyla orman havası harman olmuş, / Nikah kıymış yeşille mavi Çatalzeytin doğmuş.” Dizelerinde ozan Tahsin Şentürk’ün tanımladığı güzel ilçemizin doğal yapısındaki kayıpların nelere mal olabileceğini düşünen çevre dostlarının da varlığı bizlerin ileriye umutla bakmasını sağlıyor. İlçemizin sorunlar yumağı içinde sistemli bir biçimde tükenmesinden çıkar umanlar ile onlara destek verenlerin gerçekleri görebilmeleri de şimdiye kadar olası değil.
Çatalzeytin’in Karadeniz’e on üç kilometre sahili var. Bu sahilde kumsal kalmadı. Yaz aylarında denize girmek için ilçemize gelenlerin her yıl bir öncekine göre azaldığını söyleyebiliriz. Gelenlerin de denize girmek için, Helaldı veya Abana ile Güllüsu’ya gittiklerini biliyoruz. Denize girmek için gittikleri bölgelerde “Karadeniz Bölgesinde balık yenilir.” İlkesine uyarak yemeklerini yiyip ekonomilerine katkı verdiklerini görmemek saflık olur. Türkeli/Güllusu’daki balıkçılar, Çatalzeytin’den gelen müşteriler ile yatırımlarını her yıl geliştiriyorlar. Çatalzeytin’deki tek balık lokantasını yaşatamayış nedenimizi de sorgulamalıyız.
Kışla altından-Kaşlıca altına kadar deniz, sahili aldı. Denize kayalar doldurduk. Çatalzeytin Turizm Kooperatifinin müstecire vererek işletilmesini sağladığı Çapa Balık Restaurant’ın bahçesi denize gitti. Birkaç yıla kadar binaları da deniz alır. Bizler de o zaman, denizle aramıza nasıl merkezde set çekerek halkı denizden kopardıysak bu bölgede de setleme yaparız. Denizi setin üzerinden seyretmek için de Çatalzeytin’e gelmeye gerek kalmaz.
Karadeniz sahil yolunun ilçemizin içinden geçmesini savunanlardan bir bölümünün son zamanlarda bu görüşlerinden vazgeçtiklerini görmem, onların doğruyu geçte olsa gördüğünü düşündürdü. Şimdi bizler gibi, Çürükkaya’nın oradan başlayıp Kaşlıca’daki benzin istasyonunun oradan tünelle çıkacağını, oradan tekrar Kaşlıca köyünün altından tünelle Abana/Denizbükü’ne ulaşılacağı söylenilir oldu. Yolu, denizi doldurup geçirelim diyenler ilçeye hareket geleceğini hangi akılla savunur olduklarını anlamak çok zor. Egzoz gazını, ses ve gürültü kirliliğini özleyenler, Karadeniz’in düşmanlarıdır. Ama şunu unutmasınlar ki Doğu Karadeniz’de, denize hançer gibi saplanan otobanı deniz kabullenebildi mi ? Yolu almıyor mu ? Giresun’u sel basmıyor mu ? Yol iyi de bu felaketler neyin nesi ? Biraz düşünelim.
Önümüzdeki yıllar su kaynaklarının hızla tükeneceği yıllardır. Kaynak sularımız hızla tükeniyor. Yabancı ortaklı şirketlerin derelerimize, çaylarımıza, insanlar için elektrik üreteceğiz, sanayimize elektrik gerekli diyerek Hidro Elektrik Santralları kurma girişimleri tüm ülkede doğaseverlerin tepkisini çektiği gibi ilçemizde de Akçay’a sahip çıkan Çatalzeytin Sevdalıları Çevre Gönüllüleri HES’lere karşı büyük bir mücadeleyi ördüler. Bilgilendirme toplantıları, Akçay’a Sahip Çık Yürüyüşleri sonucunda Kastamonu İdare Mahkemesinde dava açıldı. 17 ay sonucunda Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna gerek yok diyenlere mahkemenin kararı en hafifinden bir uyarıdır. Çevrecilerin büyük zaferidir. İlçesini sevenlerin büyük yengisidir.
İnsanların yaşam kalitesinin yükseltilmesi için elektriğe gereksinim elbette var. Elektrik enerjisini elde etmek için yapılan rüzgar ve güneşten yararlanma yatırımlarına hiç tepki gördünüz mü ? Duydunuz mu ? Elektrik kayıplarını gidermek için yeni yatırımlar yapma gereksinimi duymayanlar halkın derelerine, sularına göz koyuyorlar. Halbuki ülkemizde tüketilen elektriğin yaklaşık iki katının rüzgardan elde edilebileceği gerçeğini bildikleri halde neden sularımıza gözlerini diktiler ? Bitki örtüsü yok olacakmış, tarım arazileri ekilip sulanmayacakmış, hayvanlar içecek su bulamayacakmış, taban suyu tükenince ormanlar yok alacakmış, hava kirlenecekmiş, değirmenler dönmeyecek, balıklar başta olmak üzere suda yaşam bulan tüm canlılar yok olacakmış, bu şirketleri hiç ilgilendirmiyor. Hadi onlar bu işten para kazanacaklar, suyun 49 yıllığına kullanım hakkını alacaklar, regülatörlerdeki suyu karşı tepeden ancak izleyebilecek olanlar ne yapıyor ? Onlar güçlerini birleştirip bu sular bizim. Suyun sesi ninnimiz. Onu duymayınca huzur içinde uyuyamayız. Su bizim can damarımız, yaşamımız. Susuz bu toprakların bir değeri olmaz. Kuşlar şarkılarını söyleyemez, ulu çınarlarımız vantilatör görevini yapamaz, havayı temizleyemez. O zaman bu topraklarda bizlere ne gerek var.
Enerji Piyasasını Düzenleme Kurulu’nun planlamalarının kimlerin yararına olduğu kısa zamanda görülecektir. HES’lerin yapılması teşvik edildiği sürece, köylerin boşalıp şehirlere göç edeceği, geri kalan toprakların bu şirketler tarafından kullanılacağı, topraklarımızda erozyon ve heyelanın artacağı ilk başta görülecek durumlardır.
Sahibi olduğu suyun %10’nu can suyu olarak dere yatağına bırakılmasını ister duruma geldiysek durum vahim. Her kim %10 can suyu ile derelerde yaşamın sürebileceğini düşünüyorsa, vücudundaki kanın %90’ını versin. Yaşamsal fonksiyonlarını geriye kalan 1 litre kadar kanla sürdürebileceklerini göstermek isteyen beri gelsin. Mümkün değil. O halde %10 can suyu ile doğada yaşam sürer diyenlere, bu tezi savunan mühendislere inanalım mı ? Bir de sağdan soldan gelen suların HES’e alınmayacağını söyleyerek halkı yanıltanlara ne demeli ? Yaz aylarında böyle dağdan tepeden akan su kalıyor mu ? Bu yalanı yayanlar İGM Üyelerinin, AKÇAY ile ilgili ÇED raporuna gerek yok diyenler ile aynı saftadırlar. Onların raporlarında ne dediklerini bir hatırlayalım. “Akçay kenarında ekim – dikim yapılan çay bostanları yok. Sulama yapılacak arazi bulunmuyor. Çayda balık nesline rastlanmamıştır.” İşi kılıfına uydurmak için dikte ettirilmiş raporu imzalayanlar Kastamonu İdare Mahkemesinin verdiği karar sonrasında ne düşünüyorlar. İhanet ettikleri kuşlardan, balıklardan özür dileyebilecekler mi ? Bırakın doğa severlerden özür dilemeyi.
HES’in yapıldığı yörelerde sosyal ilişkilerde sürtüşmeler ve bozulmalar olacaktır. HES firmalarından çıkar sağlayanlar ile halk arasındaki sürtüşmeleri pek yakında ileri düzeyde göreceğiz. Su kullanımı 49 yıllığına yapımcı firmaya ait olacağına göre, suyun kullanım hakkı elinden alınanlar topraklarını terk edeceklerdir.
Bunun yerine, elektrik kayıp ve kaçaklarını giderebilirsek acaba HES’lere gerek olur mu ?
Dostlar, “Elektrik bahane, suya sahip olmak çok şahane.” diyenlerin karşısında dimdik mücadelesiyle duranlara, az da olsa bu yolda destekleri olanları saygı ile selamlıyoruz.